30 Aralık 2010 Perşembe

ETME

...
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
...Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

ÖYLE BİR ZAMANDA GEL Kİ VAZGEÇMEK MÜMKÜN OLMASIN

. öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın. belki bin tane aşktan geçmiş olayım ve hiçbiri olmasın gözümde. hiçbiri tamamlayamamış olsun cümlelerimi, hiç biri bağlayamamış olsun geceyi sabaha. hiçbirinin gülüşünün her anı senin kadar aklıma işlenmemiş olsun.... hiçbirinin hayali en güzel haliyle barınamamış olsun beynimde. hiçbirinin izi kalmamış olsun bedenimde. öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın. sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun. ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile. dudaklarım senin adını söylerkenki gibi kıvrılmamış olsun hiç bi ad'a yeterince. yerine koymaya çalıştığım her beden yok olup gitmiş olsun kumlar aktıkça tane tane. unuttuğumu sandığım, vazgeçtiğimi sandığım, sevmediğimi sandığım öyle bir zamanda gel ki yerçekimine karşı koysun damarlarımda beni yaşatan her zerre. öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın... 
 
                                                                                                                 ORHAN VELİ KANIK

~Bir Kadın Çocuktur Aslında

Bir kadın çocuktur aslında.Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını. Ama hiçbir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.

Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu

görecektir. Ancak kadını gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.

İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay. kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri 'acımak' duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.

Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi

karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında.

Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Yaratıcılığının sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.


Bir kadın hayattır aslında.

Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek. su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size.

Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz.

MÜSVEDDE

Müsvedde bir sayfa kalbin
Ellerin düşmüş hüzün
Sanki senin kuşkularındı ağladığın
Sanki senindi yüzüm
Ellerden düşen vakti zamanın iğrenç habercisi
Gözlerden akan her dem ayrı kederdir
Müsvedde bir sayfa kalbin
Dişlerin kemirmiş sevdaları
Sanki uzun zamandır ölmekte ruhun
Sanki benimdi yalnızlığın
Kulaklarla işitilen tövbelere karıştı darp edilmiş mısralar
Tenine değmiş en kuytu zemheri zehri
Müsvedde bir sayfa kalbin
Vücudundan akmış ter
Sanki çok uğraşmışız öldürmek için yalanları
Sanki müebbetti gözlerin

...

Nasıl anlatılıyordu o duygu
Sözler toz pembeydi
Susmalar açık mavi

Nerede benim belleğim
Unutmuşum o en çok bildiğim sözü
Bu gece ellerim bile dilsiz
Konuştukça zehir yeşili
Sustukça zifiri karanlık

Aziz NESİN

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

Gözlerin gözlerime değince 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Beni sevmiyordun, bilirdim 
Bir sevdiğin vardı, duyardım 
Çöp gibi bir oğlan, ipince 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Ne vakit karşımda görsem 
Öldüreceğimden korkardım 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Ne vakit Maçka'dan geçsem 
Limanda hep gemiler olurdu 
Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
Sessizce bir cigara yakardın 
Parmaklarımın ucunu yakardın 
Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
Üşürdüm, içim ürperirdi 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Akşamlar bir roman gibi biterdi 
Jezabel kan içinde yatardı 
Limandan bir gemi giderdi 
Sen kalkıp ona giderdin 
Benzin mum gibi giderdin 
Sabaha kadar kalırdın 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı 
Felaketim olurdu, ağlardı

SEN YOKSUN

sen yoksun
deniz yok
yıldızlar arkadaşım
ya bu gece harika bir şeyler olsun
yahut bir bomba gibi
infilak edecek başım

ağzımda eski mısralar uzanıp kalmışım
istanbul minareler odamda gibi
gökyüzü temiz ve parlak
işte kolkola girmiş en mesut günlerimiz
muhalif bir rüzgar karşı sahilden

fosforlu ışıklarıyla gökyüzü bir deniz
havada kanat sesleri
ve çılgın kokular

deniz yok
yıldızlar uzaklaşıyor
ben yine yalnız kalıyorum
istanbul minareler kaybolmuş
sen yoksun

Atilla İLHAN

SEN YAZ

Uçabildiğin kadar değil ,
yazabildiğin kadar özgürsün 
ve düşünebildiğin kadar hür

Gelmiyor mu aklına süslü sözcükler ?
Git Kız Kulesinin karşısna
o konuşsun, sen yaz 

Kuşlar var havada görüyor musun ?
Yazman için çığlıklar atıyorlar
Hala mı yazamıyorsun ?
Onlar cıvıldasın, sen yaz

Yine mi olmadı diyorsun
Al bir kayık, açıl denize
Balıklar fısıldasın ,
deniz...

ARKADAŞ

Eski Türklerde Askerler savaşırken arkadan gelecekherhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek içinsırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek okatarlarmış Atalarımız genelde bozkır hayati yaşadıklarıiçin bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kayaolurmuş yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismiARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şek...linde dilimize yerleşmiş ve bugün bilegüvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olansamimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar aşk,kendinden emin bir şekilde sorar;-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım sen niye varsın ki budünyada?arkadaşlık cevap verir:-Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için....İşte arkadaş bu,anlamayana...!Hiç birinizin ağlamaması,neşe ve huzur içinde kalması dileğiyle....

NE İÇİNDEYİM ZAMANIN

Ne içindeyim zamanın, 
Ne de büsbütün dışında; 
Yekpare,geniş bir an'ın 
Parçalanmaz akışında. 

Bir garip rüya rengiyle 
Uyumuş gibi her şekil, 
Rüzgarda uçan tüy bile 
Benim kadar hafif değil. 

Başım sükutu öğüten 
Uçsuz,bucaksız değirmen; 
İçim muradına ermiş 
Abasız,postsuz bir derviş; 

Kökü bende bir sarmaşık 
olmuş bir dünya sevmekteyim, 
Mavi,masmavi bir ışık 
Ortasında yüzmekteyim 

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız
Mısralarımda
Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma
Ellerinizle
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce
Bir yer var biliyorum
Her şeyi söylemek mümkün
Epeyce yaklaşmışım
Duyuyorum
Anlatamıyorum


                                 Orhan Veli KANIK

9 Aralık 2010 Perşembe

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

28 Ekim 2010 Perşembe

ATATÜRK'ÜN ÖĞRETMENLERE HİTABI

“Muallime hanımlar ve muallim efendiler, bu irfan yuvası altında hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi selamlamaktan çok memnunum.
Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.
Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.
Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.
Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır. Milletimizi geçek mutluluğa, kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkar edemeyiz.
Arkadaşlar, asker ordusu ile irfan ordusu arasındaki birliktelik ve alakayı belirtmek için şunu da ifade edeyim, kıymetli bir eserden ordunun ruhu kumanda heyetidir deniliyor. Hakikaten böyledir. Bir ordunun kıymeti kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz öğretmenler, sizler de irfan ordusunun kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. İstiklal mücadelesinde üç dört senedir düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız savaşla ordunun ruhu olan kumanda heyeti değerlerinin yüksekliğini nasıl ispat etmişse, bundan sonra yapacağımız yenilikler milletimize bir karanlık gibi çöken genel cehaleti mağlup etmek savaşında da irfan ordusunun ruhu olan siz öğretmenlerin aynı yeteneği ortaya koyacağınıza eminim.
Bu konuda size güveniyor ve saygı ile selamlıyorum.”

BEN BİR ÖĞRETMENİM

 Ben bir öğretmenim: Şu cennet vatana sevdalanarak çıktım yola. Edirne'den Kars'a, İzmir'den Van'a hudutlar dar geldi bu kutsal sevdama. Cehalete savaşım var, kafa tuttum cehalete, kötülüğe, tembelliğe ve geriliğe. Bütün yurdumda sevda kokuyor. İşte, yeni nesil geriliğe meydan okuyor. Doktor değilim, hâkim, avukat değilim. Patron, fabrikatör, bakan, başbakan değilim. Ben, ben bir öğretmenim. Doktoru da, hâkimi de, bakanı da, başbakanı da ben yetiştirdim. Ben Toros dağlarında yol veren oldum bazı zaman Erzurum'un soğuğunda titredim. Ilgaz dağlarında horon tepip oynadım. Beşinci mevsim olup dört ana renge boyandım. Bazı zaman yollarım Ege'ye düştü.

Aydın, Burdur,Denizli,İzmir unutmadım,Yunan'ı denize dökmek ne güçtü. Manisa'da efeleri gördüm, zeybek tutup oynadım.Erzincan'da Ninem Hatun, Antep'te Şahin'i andım. Ardahan'a varıp taa sınıra dayandım. Uzun geceler sonunda, bir keleş sesiyle uyandım. Sevgi çocuklarından bayrak çizdim gökyüzüne Ata'mın izinden giden, ben bir öğretmenim. Muş ovasında orak sallayan yurdumun garip insanı güneşte kavrulmuş başaklar diyarı genci-çocuğu-kadını-ihtiyarı, Elini ver bana mutlu olsun yüreğin uygarlığa susamış, ben bir öğretmenim. Ben bir öğretmenim. Bozok yaylasında çiçek açtım bazı zamanlar, Trakya'da güneş oldum karanlık geceler üstüne. Urfa'da baraj olup aktım. Harran Ovası çatlayıp kurumasın diye

Kırklareli'nin Milli İçeceği :HARDALİYE

Hardaliye, eski dönemlerde geleneksel yöntemlerle üzüm şırasını koruya¬bilme amacıyla geliştirilmiş ve sezonluk üretilen Kırklareli'ne has, hoş tat ve kokuya sahip, alkolsüz, özgün bir içecektir.

Hardaliyenin hammaddesi yaş üzümdür. Üzümün sıkılması ile oluşan şıranın bileşimine üzüm çeşidi, olgunluk durumu, iklim, toprak ve bağ özellikleri etkili olmaktadır.

Eskiden yalnızca son üzüm olan Papazkarası ya da Pamit üzümle¬ri kullanılırken şimdilerde daha çok Cardinal ve Alphonse cinsi üzümlerden yapılmaktadır.

Hardaliyenin üretimi üzümlerin iyice olgunlaştığı bağ bozumunun başladığı Ekim ve Kasım aylarında yapılmaktadır.

Saplarından ayrılan üzümler hafifçe yıkandıktan sonra fazla parçalanmadan tabanından 10 cm kadar yükseklikte musluğu bulunan meşe bir fıçıya bir kat üzüm, bir kat taze vişne yaprağı ve parçalanmış siyah hardal to¬humu olacak şekilde fıçı ağzına bir karış kalana kadar döşeme yapılır. Üzerine üzümlerden süzülen üzüm suyu ile şıra tozu dö¬külür. Bir gün arayla iki kez fıçının altındaki musluktan şıra alınıp yeniden fı¬çının üzerine dökülerek devir işlemi yapılır. Hardaliye 20-25 °C civarındaki ortamda 20 günlük bir fermentasyondan sonra süzülür ve içilebilir duruma gelir.

Laktik asit içerdiği için kroner kalp hastalıkları ve tetikleyicilerinden koles¬terole karşı etkindir. Bağışıklık ve sindirim sistemlerinin güçlenmesinde yardımcıdır. Kanser engelleyici radikal¬ler içerir.

Atatürk Kırklareli'yi ziyaretinde ikram edilen hardaliyeyi çok beğenerek “Bunu milli içecek haline getiriniz.” demiştir

8 Ekim 2010 Cuma

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

                                               Can YÜCEL

7 Ekim 2010 Perşembe

kayıp zaman

koyvermek istiyorum hayatı
olduğu gibi yaşamak
akıntıya kapılmak
direnmek istiyorum dalgalara
vurgun yemek istiyorum belkide
savrulup gitmek belirsizliğe...

sonra yeniden
yaşamak istiyorum hayatımı
tüm benliğimle öylece
ve de özgürce ...